Şapka’dan kişisel bir marka olur mu? Düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen Chanel’dir. Web sitesinin tarihçesinde şöyle yazar; O dönem, Coco adıyla anılmaya başlandı. “21 rue Cambon’da “Chanel Modes” (Chanel Tarzı) adı altında bir şapka butiği açtı. Şapkaları dönemin tanınmış Fransız aktrisleri tarafından giyildi ve itibarının artmasına yardımcı oldu. Her ne kadar bir Chanel hayranı olsam da ben konuyu bir de soyut bir anlamda karşımıza çıkan bir şapka ile ele aldım.
Edward de Bono yaratıcı düşünme tekniklerinin doğrudan öğretimi konusunda uluslararası bir otoritedir. 6 şapkalı düşünme tekniği adını verdiği kitabını 1985 te yazmıştır. Kitabının önsözünde şunu dile getirmiştir: Altı düşünme şapkası bize, düşüncelerimizi bir orkestra şefi gibi yönetme olanağı sağlar. Böylece istediğiniz anda, istediğiniz düşünce türünün ön plana çıkmasını sağlayabilirsiniz. Bir toplantıya katılan insanların da zaman zaman farklı düşünme türleri kullanarak, ele alınan konuya değişik açılardan bakmaları çok yararlı olur.
Bu bilgi ile birlikte bir de kişisel markamızı ele alalım. Kişisel bir marka, bir özgeçmişten, bir asansör satış konuşmasından veya bir sosyal biyografiden daha fazlasıdır. Dış profesyonel benliğinizin resmileştirilmiş bir ifadesi olarak
bir müze, galeri, arşiv koleksiyonunun yöneticisi olarak -ki buna küratör adını veriyoruz- kendi benliğimizin özüdür. Bu, dünyada etkileşimde bulunduğumuz ve faaliyet gösterdiğimiz her koşulda yaşadığımız anın bir kodudur. Bizler 6 renkli şapka tekniği adı verilen yansıttığımız her düşüncenin bir parçasıyız. O düşüncelerde bizim kişisel markamıza ait.
Bir Edward ile daha tanıştıracağım sizi
Big Fish adlı filmde ölmekte olan kahraman var. Adı Edward Bloom. Bu kişi yetişkin oğluna hayat hikayesini anlatıyor. Hikayenin gidişhatının çok uzun olduğunu algılayan oğul, çok geç olmadan “gerçek” babasını tanımaya başlıyor.
Keşfettiği şey, hikayelerin çok fazla yalandan oluşmadığı, süslenmiş olan bize sunulan gerçek detaylar olduğunu anlamış. Ancak hikaye, Edward’ın oğlunun kendisinin de görmesini istediği benliği ve dünyanın onun düşünceleri üzerinden kendisini hatırlamasını da yansıtıyor.
Kendi markanızın sizinle ilgili olduğu ve yansıttığınız düşünce etrafından başkalarıyla bağlantı kurmak olduğunu görürüz.
Bireysel olarak bir markanın içinden çıkıp kendi liderliğimizi ele almaya başladığımızın en keyifli yanı, kişinin hayat hikayesinin, özelliklerinin, değerlerinin otantik ve derlenmiş, düşünülmüş tüm unsurları, kişinin kendini en iyi şekilde ortaya koyması, belirli kişisel ve profesyonel hedeflere ulaşması için bir araya getirilmiş olmasıdır.
Ayrıca propaganda kavramının tahtını koruyan Erward Barneys’i anmadan olmaz. İnsan arzularını değil, arzuları insanı yönetir diyen Sigmund Freud’un yeğeni Edward Bernays de hayatımızın bir köşesinde yerini koruyor. Ben neymişim demeniz için “Ben devri” belgeselini seyretmenizi öneririm.
Bir marka mentor ile kişisel marka liderliğin üzerine çalışmak istersen ben buradayım.